02 November 2011

Aşağıdakiler, Yukarıdakiler

Bu adı taşıyan bir tv-dizisi vardı bir zamanlar. Özel kanallarımız var mıydı tam hatırlamıyorum, ancak türk dizilerinin yokluğunda halkımız yabancı dizilerle yatar, yabancı dizilerle kalkardı o günlerde. Dizi meraklısı olmamakla birlikte, muhtelif dost, akraba ziyaretlerinde hasbel kader bir kaçını seyretmiş, hatta bazılarına ilgi dahi duymuş olduğumu itiraf etmeliyim. Bu da o dizilerden biriydi. Bilmeyenler için, kısaca hatırlatmam gerekirse, geçen yüzyıl başı İngiltere’sinde asilzade bir ailenin malikhanesinde, soylular ile hizmetkarlar arasında geçen bir efendi-uşak ilişkisi ele alınıyordu bu dizide. İlginç olansa, yerli benzerlerinden alışık olduğumuz sınıfsal kavga ya da farklılıkları konu alan bir dram, ya da aşağılayıcı bir komedi yerine, sınıflar arası bir uyum ve uzlaşı platformunda gerçekleşen bir bilgeler kongresini seyrediyor hissine kapılıyor olabilirdiniz.

Dizinin adından da anlaşılacağı üzere yukarıdakiler evin zengin, soylu, eğitimli sahipleri, aşağıdakiler ise evin alt katında yaşamlarını sürdüren emekçilerdi. Tarihin derinliklerinden gelen bu sosyal ya da sınıfsal farklılık her zaman, her yerde tartışılmış, toplumsal ya da siyasal ayrışım ve kavgalara olduğu kadar, çok sayıda yazıya ya da diziye de konu olmuştur.

Ancak bu dizinin kahramanları sınıfsal ayrımı hoşgörü çerçevesinde kabullenmişler, birlikte yaşamı uyum ve harmoni içinde sürdürüyorlar. Efendiler efendi olabilmenin derin eğitimini almışlar, aşağıdakileri küçümsemiyor, onları ezmiyor, onlara haksızlık etmiyorlar. Aynı uşakların uşaklığı liyakat ile sürdürmekten gocunmadıkları gibi; onlar da sınıfsal konumlarından şikayetçi olmaksızın, sorumluluk bilinci ve efendi olmayı bilene uşak olmak meziyettir yaklaşımı içinde, görevlerini yerine getirmekle meşguller. Gerek evin güncel meseleleri gerekse ülkenin geleceğini ilgilendiren konular hakkında tarafların kendilerine özgü fikirleri olduğu gibi, aralarındaki siyasi tartışma ve fikir alışverişleri her zaman nezaket ve hoşgörü kurallarına uygun olarak gerçekleşiyor. Konumlar hazmedilmiş ve sindirilmiş, efendi-uşak, ya da fakir-zengin çatışması gözlemlenmiyor. Uşaklar evi yönetiyor, efendiler de ülkeyi. Aşağıdakiler günü tasarlarken, yukardakiler geleceği tasarlıyorlar. Yukarıdaki aşağıdakinin hakkını verdiğinden midir bilinmez, aşağıdaki yukarıdakinin koltuğuna oturmayı aklından bile geçirmiyor.

Demokrasiyi hazmetmiş insanların ülkelerinde sınıflar arası ilişkilerdeki bu olgunluk bizim ülkemizde kimilerine yabancı gelecektir. Benim nereden aklıma geldi şimdi bu dizi onca yıl sonra, diye soranlar olacaktır. Son zamanlarda ortalıkta çok farklı mutluluk istatistikleri dolaşmaya başladı; birilerine göre ülkemizde yaşayanlar büyük oranda mutlularmış, bir diğer araştırmaya bakarsanız da tam tersi. Her zamanki gibi birileri yalan söylüyor.

Mutlu olunan bir evde huzursuzluk yaşandığı pek görülmemiştir. Ancak, evde herkes kendini patlamaya hazır bir barut fıçısı gibi hissediyorsa, orada birşeylerin yanlış işlediğini söylemek için müneccim olmak gerekmez. Ortak bir düzenin bozulması, genel olarak ortaklardan birinin ya da birden fazla sayıda ortağın başlangıçta mutabık kalınan ortaklık sözleşmesine yakışmayacak bir tutum içine girmesi ile ortaya çıkar. Tarafların karşılıklı beklentileri, hakların ve görevlerin deklare edildiği ortaklık sözleşmesi ile belirlenmiştir. Yöneten ya da yönetilen, taraflardan biri karşı tarafa bilerek yalan bir vaadde bulunmuşsa, ortada etik bir sorun var demektir. Yok, kişi tüm iyi niyetine karşın, vaadlerini yerine getiremiyorsa, bu kez de onun kendini ya da işini bilmediğini gösterir. İki durumda da, ev iyi yönetilemediği için, düzen bozulur, birinci durumda neden ahlaksızlıktır, ikinci durumda ise ahmaklık; aynı tespitleri ülke yönetimleri için yapmak da gayet olanaklıdır.

Bilgi, birikim, beceri, sorumluluk ve dürüstlük kaliteli bir işin teminatıdır. Ya da cümleyi tersinden kurmak gerekirse, o bütünlüğü ruhunda barındıran zekadır ki, mutluluğa da, huzura da açılan kapının anahtarı da odur. Nasıl ki ehliyetsiz bir şöförün trafiğe çıkmasına izin verilmiyorsa, devleti yönetmeye talip olanların da mutlaka ehliyet sahibi kişiler arasından seçilmeleleri gerekir. Nasıl ki bir mühendisin bir bina inşa edebilme ehliyetine vakıf olabilmek üzere yüksek tahsil yapması, diploma alması gerekiyorsa, milletin vekili olmaya talip olan kişilerin de ülke yönetimi konusunda eğitimli ve diploma sahibi olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde ülke, işin mahiyetini ve de cidiyetini kavrayamamış ehliyetsiz kişilerin neden olduğu kazalardan kurtulamayacaktır. Ülke insanı cahil kalmış olabilir, kimi neden seçtiğini bilemeyebilir, ama bakan, vekil, bürokrat, yargıç ya da silahlı güçler cahil olamaz, olmamalıdır. Tarihin derinliklerine baktığımızda, belli bir zeka düzeyinin üzerine çıkamayan kişilerce yönetilen toplumlarda, bireyin demokratikleştiğini zan ettikçe özgürlüklerini yitirmekte olduğunu anlamakta geç kaldığını, daha önce de görmüşüzdür.

Bu endişeler bana bu eski diziyi hatırlatmış olmalı; daha açık ifade etmek gerekirse, son askeri darbe ile birlikte takunyalılara teslim edilen ülkem bugün imam hatip mezunları tarafından yönetiliyor, bu da beni oldukça tedirgin ediyor da diyebilirim.

No comments: