03 November 2011

Dersimiz Anayasa

Türkiye’de yeni anayasa tartışması gündeme geldiğinde ben de herkes gibi heyecanlanmış ve ülkeme çağ atlatabilecek birkaç teklif sunabilir miyim diye biraz kafa bile yormuştum. Olur mu, olur, birileri duyar, hatta beğenebilir, ilgili ve yetkili adreslere, en azından tartışma konusu yapılmak üzere iletebilirler diye kendimce ümitlenmedim desem yalan olur.

Saflıktan beslenen beyhude ümitlerin gerçeğe dönüşemeyeceğini yeniden anlamam uzun sürmedi. Aynı eski günlerdeki gibi... Yeşil hareketin başlangıç günlerinde Gökova Termik Santralına karşı çıktığımızda, Turgut Özal devletin duruşunu o zaman bize şu sözleri ile ifade etmişti: “İt ürür kervan yürür.”

Devlet tarafından bakıldığında oldukça da gerçekçi bir tespitti bu; anlayacağınız devlet kervan oluyordu, bizler de itler. Bu bakış açısının, aradan geçen otuz yıl içinde değişmemiş olduğunu yeniden tespit etmiş olmak çok da şaşırtıcı olmadı. Nedeni de oldukça basit. O gün ve ondan önce olduğu gibi, bu gün de bu ülkede başta eğitim ve adalet olmak üzere sistem tıkanmış ve işlemiyorsa, orada, bilgi, yetenek, dünya görüşü ya da liyakat bakımından en değerli kişilerin bu topluma yön verdiklerinden, o ülkenin uygarlığa giden yolda evrimleşmekte olduğundan söz etmek olanaksızdır. Daha açık söylemek gerekirse, toplumsal bir hastalığı iyi edecek uzman hekimler varken, ameliyatı kasaba havale etmek toplumsal bir zeka tutulması değilse ya nedir?

Son anayasamız yazılalı beri 30 yıl olmuş, bu süre içinde gereksinim hasıl oldukça anayasaya yaklaşık 30 yama yapılmış, son anayasa referandumu üzerinden henüz bir yıl geçmiş, ama gene de çocuk adam olamadığı düşüncesi ile bugün yeni, yepyeni bir anayasa yazılma ihtiyacının hasıl olduğunu, istisnasız tüm siyasi parti yetkilileri gündemin birinci maddesi olarak önlerinde durduğunu ifade ediyorlar.

İddaa ediyorum ki, bu insanlar önümüzdeki yıllarda da yeni bir anayasa yazmayacaklar. Nedeni de gayet basit, toplumsal uzlaşmanın olanaksız olduğu bir ülkede hiç bir iktidar “toplumsal sözleşme”yi yeniden ve tek başına yazabilme cesaretini gösteremez. Gene de yepyeni bir anayasa yazma inanç ve niyetliliğini yitirmeyen, uzlaşma içinde yeni ve uygar bir anayasa yazmayı zorlamak isteyenlere de bir çift sözüm var. Bu güne kadar yeryüzünde yazılan yasalarda (muhtemelen bütün ülkeler buna dahildir) gözetilmediğini hissettiğim iki temel ilkenin anayasa yazımında anafikir olarak dikkate alınması durumunda, belki de ilk kez yasa yazmada dünyada örnek teşkil edebilecek yeni bir yaklaşım ile dünyalılara öncü olabileceğimizi düşünüyorum.

A. Uygar sayılan ülkelerin çoğunluğunda ya da tamamında yasalar, insanı potansiyel suçlu olarak gören zihnin ürünüdür, yani yasa ile ceza neredeyse eşanlamlıdır, bizim yasalarımız da ceza yasalarıdır. Bildiğim hiç bir ülkede ödüllendirmeyi de öngörebilen bir yasa yoktur. İyi olanı ödüllendirmeyen bir ülkenin, sadece kötüyü cezalandırarak toplumsal barışı sağlamaya çalışması bir eksikliktir. Uygar(sivil) ve sosyal bir hukuk devletinde anayasa, vatandaşını aşağılık ya da suçlu bir yaratık olarak görme eğilimini temel alan bir zihnin ürünü olmamalıdır.

B. Dünya ülkelerinin gene çoğunluğunda ya da tamamında yasalar egomerkeziyetçi insan zihninin ürünüdür, her türlü insan eyleminde olduğu gibi yazılan yasalarda da insan merkezdedir. Nasıl ki insan bir zamanlar tüm evreni kendi etrafında dönüyor zannına kapılarak kendini merkeze yerleştirme eğiliminde olmuşsa, bugün de aynı yanılgı içinde tüm ekolojik varlığın kendi etrafında ve ona hizmet eder olduğundan yola çıkarak yasalarını yazmıştır. Dini inançlar, politik ideolojiler ve ekonomik plan ve programlar da genel olarak bu konumlandırmayı esas almışlardır. Çevre sözü dahi aynı yanılgının devamıdır, yani anlamsal olarak “çevre” insanın etki alanını oluşturan ve onu merkeze yerleştiren bir kavramdır. Bu bağlamda ekosistemin bütünlüğünü vurgulayan, insan etkinliklerinin bu bütün ile uyum içinde varoluşunu anafikir olarak benimseyen bir bakış açısı anayasa yazımının temel ilkesi olabilir.

Yasa koyucular ve yasa uygulayıcıların farkındalıklarını ölçmek için mevcut anayasamızı bir kaç kez taradım.

"Biyosfer, besin zinciri, fotosentez, element ve enerji döngüleri, iklim, açlık, doğa, ekoloji ya da ekosistem" sözcüklerinin anayasa içinde hiç kullanılmamış olduğunu fark ettim. Çevre kelimesi ise sadece 56 ve 57.inci maddelerde birer cümle içinde toplam beş kez kullanılmış. Anayasamızda orman’a ciddi olarak önem verildiği görülüyor; gene de bu durum ormanlarımızın her ne nedenle olursa olsun yok olmasını engelleyememiş. Bugüne dek babaların yazdığı anayasalara, ya da babayasalara mı diyelim, karşın gerçek bir anayasa yazımında kadının ne oranda rol alacağı da ayrı bir sorunsal olarak karşımızda durmaya devam ediyor.

Başlangıç amacı ile burada “Ekolojik Anayasa” için aşağıdaki madde önerilerini, anayasa tartışmacılarının kulağına küpe olabilir diye, tartışmaya sunuyorum, zaman ayırmak cidiyetini gösterenler için devamını da el ele vererek getirebiliriz. Unutulmamalıdır ki bu dünya beş milyar yıldır vardır; bilim insanlarınca bir o kadar da var kalacağı var sayılıyor. Peki biz gelecek beş milyar yıl için geçerli olabilecek mutlak gerçeğe mi vakıf olduk ki, anayasanın malum maddelerinin değiştirilmesinin teklifine dahi, bugüne kadar olduğu gibi, bundan böyle ve ebediyen zihnimizi de kulaklarımızı da tıkayabiliyoruz?

Ben yeni anayasanın aşağıdaki maddelere benzer bir mantıkla başlamış olmasını, anayasanın ebedi olabilmesi açısından tercih ederdim.

1.Türkiye Cumhuriyeti, suyu, toprağı, havası, tüm canlı ve cansız öğeleri ile bir ekosistemdir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin birinci görevi, Cumhuriyeti kuranların ve bu amaç doğrultusunda yaşamlarını feda edenlerin teslim etmiş oldukları kutsal ekosistemi ve onun barındırdığı tüm canlı ve cansız varlığı korumak, onların gelecekte de güven altında olmalarını sağlayacak tüm tedbirleri almaktır.

2.Doğal işleyiş ve doğa yasaları ile çelişki içinde olan tüm yapay yasalar geçicidir.

3.Biyosfer, besin zinciri, fotosentez, element ve enerji döngüleri ile iklime ve ekosisteme etkiyecek, yaşam zincirinin halkalarını oluşturan, insan dışındaki diğer canlı türlerin de varlık haklarını gözetmeyen insan etkinlikleri teklif edilemez(edilmemelidir).
.....
.....
Not: Bu yazı Eylül 2007’de yazılmış, güncellenerek düzenlenmiştir.

No comments: