21 December 2011

Platon’dan Günümüze Devlet (3)

Platon’un, devletin çürümeye meyilli sefillerin eline geçmemesi için, kralın filozof olmasını, bu mümkün olmadığı durumlarda ise filozof olabilecek birikim, eğitim ve niteliklere haiz bilge kişiler arasından seçilmesini önerdiğini söylemiştik. Kimileri Platon’un önerisinin günümüzden 2400 yıl öncesinin koşullarının, kimileri de onun kendi egosunun yansıması olarak niteleleseler de, devleti yönetenlerden filozof olmalarını beklemek hiç de öyle yabana atılacak bir öneri değil. Peki ama bu günün koşullarında böyle bir şey istenebilir mi?

Devleti yönetenlerden filozof olmalarını bekliyeceksek, önce filozof kimdir ve devlet adamının filozof olması iyi bir şey midir sorularını yanıtlamamız gerekiyor. Kimdir filozof? Kavramsal olarak, sevmek, aramak, peşinde koşmak anlamındaki “phileo” ile bilgi ve bilmek anlamındaki “sophia” sözcüklerinden türetilmiş yunanca bir kelime olan felsefeyi, tam olarak “bilginin peşinde koşmak” olarak tercüme edebilir, filozofu da bu bağlamda “bilgiyi arayan, bilginin peşinde koşan” kişi olarak tanımlayabiliriz.

Filozof gerçek bilgiyi arıyorsa öncelikle kendi egosunun üzerine çıkabilecek, tevazu sahibi bir kişi olmalı, gerçek ve doğru olanı, sanal ve yalan olandan ayırd edebilmelidir.
Filozof, hiç kimsenin herşeyi bilemeyeceğinin farkında olmalıdır.
Filozof gerçeği vaad eden değil, sürekli olarak onu arayan, soran ve sorgulayandır.
Filozof dünyada her an her şeyin değişmekte olduğunun ayırdındadır.
Filozof dogmaları savunmaz ve dayatmaz, kendini onları sorgulamaya adar.
Filozof her soruya yanıtı olan değil, her soruya doğru yanıtını arayandır.
Filozof takım ya da taraf tutmaz, genel ahmaklığın karşısında yalnızlığı tercih eder.
Filozof bilgiyi kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda değil, toplumsal birliktelik ve ortak çıkarların ebedi varoluşu için mücadele eder.
Filozof ötekileri dinler, önceliği onları değiştirmek değil, anlamaktır.
Filozof, mutlu, özgür ve sağlıklı topluluğu kalıcı kılabilecek değerlerin peşindedir.

Felsefe tarihine baktığımızda, filozofun genel olarak kendini, kendinden varolan doğal düzen ile insan aklının ürünü olan her türden yapay düzeni ve onların yaratıcısı olan insanı anlamaya, tanımaya ve tanımlamaya adadığı görülür. O tüm canlı ve cansız varlık ile varoluşun nedenini, güzellik(estetik), ahlak(etik), iyilik, doğruluk, gerçeklik, adalet(hukuk) ya da ideal devleti aramış, toplumsal yaşama etkiyen her türlü olumlu ya da olumsuz sistem, süreç ve işleyiş hakkındaki düşüncelerini açıklamaktan geri durmamıştır. Filozof, her zaman devleti güçlü kılan dogmatik inanç ve ideolojilerin tartışılamazlığını savunan genel ahmaklığın karşısında durmuş, yanlızlaşmayı ve sistematik olarak dışlanmayı göze alabilmiş, kimi zaman acı çekmiş kimi zaman da ölüme razı olmak durumunda kalmış kişidir.

Zaman zaman Meclis-TV’yi açar, miletin vekili olarak seçilen, bizim bu günümüze yön veren ve çocuklarımızın geleceği hakkında kararlar alanların tavır ve görüşlerine bakar, yukarıda tasvir edilen vasıflara yaklaşabilen nitelikli kişileri ararım. Yılın vekili adayımı henüz bulamadım. Bir ihtimal ben görme özürlü olabilirim; yok değilsem, o zaman durumumuz gerçekten vahim demektir. Peki bu insanlar o meclis sıralarına nasıl seçilmiş olabilirler sizce?

Bu vekilleri seçenlerin sağlıklı bir seçim yapabilme yetisine sahip oldukları söylenebilir mi? Burada sanırım gene 2400 yıl öncesine dönüp, Platon’un “Devlet”inde kullanmış olduğu mağara metaforunu hatırlatmakta fayda olacaktır:

“Bir düşün sevgili Glaukon, insanların çocukluklarından itibaren ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş bir mağarada yaşadıklarını; öyle sıkıca bağlanmışlar ki, kafalarını kıpırdatmadan sadece önlerindeki duvara bakabiliyorlar. Arkalarında yüksek bir yerde bir ateş yanıyor. Kukla oynatıcılar ateşle mahpuslar arasında kurdukları sahnede kuklalarını oynatıyor, mahpuslar da önlerindeki duvarda kuklaların gölgelerini izliyorlar. Ömürleri boyunca başlarını kıpırdatmaksızın önlerine bakan mahpusların gözünde gerçekler yapma nesnelerin gölgelerinden ibaret kalmaz mı sence de? Şimdi bu mahkumlardan birinin zincirlerini çözelim. Yıllardır arkasında olan biteni merak ederek yüzünü ışığa dönecektir. İlkin kamaşan gözleri ışığa alıştığında gerçekleri bir bir görecek ve şaşıracaktır. Mağaradan dışarı çıktığında ise gerçek dünyayı görecek ve ancak o zaman görünen her şeyin kaynağının güneş olduğunu anlayacaktır. Şimdi de bir an için onun yüreğinin iyilikle dolduğunu düşün; dönüp arkadaşlarına gerçekleri anlatmaya kalkacak olsa ona gülmezler mi sence de? Hele de onların zincirlerini çözüp esaretlerine son verecek olsa, onun canına kıymaya kalkışmaz mı kimileri?”

Sanırım Platon’un o günün halkını tasvir etmek için kullandığı metaforunu küreselleşen dünyanın bugünkü halkları için de olası olarak varsaydığımızda, eğitimsiz, birikimsiz, tecrübesiz, köleliğe razı olabilen ve de zihinsel olarak özgürleşememiş insanların alacakları kararların ya da yapacakları seçimlerin sağlıklı olamayacağını iddaa etmek için de müneccim olmak gerekmez. Geçmişten yarına sistematik olarak teknolojik kuşatmaya maruz bırakılan insan, giderek artan oranda girift ve rafine ilişkiler içinde bunalıyor, değişimin hızına ayak uyduramayanlar ise giderek cehalete, yoksulluğa ve karanlığa gömülüyorlar. Bu modern kölelere birer at gözlüğü takar ve kendi ideolojik ya da teolojik inancınıza uygun şekilde eğitir, eğitimini tamamlayana iş de bulup karınlarını doyurur, bir de çoluk çocuğa kavuşturursanız, artık sizden iyisi yoktur ve o cahil artık sonsuza dek sizin köleniz olarak kalacaktır. Cehalet duvarını aşamayan halklar irade sahibi olamayacakları için, demokrasi de onlar için ebedi köleliği kabullenmekten öte hiç bir şey ifade etmez. Bu nedenle, seçmenin eğitim ve zeka seviyesine hitap edebilecek, onun asgari beklentilerini karşılayabilecek bir milletvekilin de halkın gözünde filozof olmaktan ziyade basit bir kukla oynatıcısı olması yeterli olabilmektedir. Kralın gözünden bakıldığında da, ondan filozof olması beklenmez de istenmez de; onun oynayabileceği en iyi rol olsa olsa sarayın soytarısı olmaktır.

‘Nasıl bir Devlet’ devam edecek.


11 December 2011

TOGEÇ’den Duyuru: Polis teşkilatının holdingleşme serüveni: POLSAN

POLSAN'ın Yozgat'ta açtığı akaryakıt istasyonunun açılış töreninden bir fotoğraf.
Polis memurlarının sosyal güvencelerine katkıda bulunmak üzere kurulan POLSAN, artık 1 milyar liraya yaklaşan bütçeye sahip, akaryakıttan silah üretimine birçok sektöre yayılmış bir holding haline geldi. Tepesinde ise cemaate yakın polisler oturuyor.

Geçtiğimiz hafta önce Milliyet gazetesinden Metin Münir, sonra da Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'ün köşelerinde yazmalarıyla birlikte POLSAN tekrar gündeme geldi. Polisin holdingleşmesinin adı olan POLSAN'ın hikayesi, aslında uzun süredir biliniyordu.
Akaryakıt sektörüne giriş, holdingleşme yönünde dönüm noktası
Polis teşkilatının, tıpkı TSK gibi şirketleşme hikayesinde esas atılımı, 2010 yılının Nisan ayına denk düşüyor. Nisan ayında üye polislerin sosyal güvencelerine katkıda bulunmak için kurulmuş olan Polis Bakım ve Yardım Sandığı (POLSAN), akaryakıt sektörüne girmek için kamu petrol şirketi Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) bünyesindeki akaryakıt dağıtım şirketi TP Petrol Dağıtım A. Ş.'ye (TPPD) ortaklık teklifinde bulundu. Teklif Habertürk gazetesinde haberleştirildi, ertesi gün soL'da işlendi. soL, haberinde bu teklifin POLSAN'ın holdingleşmesi yolunda atılmış çok önemli bir adım olduğunu belirtti ve Habertürk'ün haberine gelen okur yorumlarına dayanarak, kamuoyunun polise büyük bir güvensizlik içerisinde olduğuna da işaret etti.

Akaryakıt sektörüne girmek adına verilen bu teklif, POLSAN'ın da OYAK'ın ayak izlerinden yürüdüğünü gösteriyordu. OYAK, 2000 yılında OPET ile işbirliğine gitmiş ve İstanbul Kurtköy ve Maslak'ta iki petrol istasyonu işletmeye başlamıştı.

Yılda yüzde 41 büyüme!
Bu haberden bir ay sonra Ekonomist dergisinden Metin Can, kurumun büyüme stratejisine dair bazı ayrıntıları paylaştı. Uzun yıllar sadece üyelerine ihtiyaç ve konut kredileri vererek faaliyet gösteren Polis Sandığı, 2000'de Ankara Sigorta'yı satın alarak bünyesine kattı. 2003'te de yine aynı bünyedeki Ankara Hayat Sigortası’nı, Ankara Emeklilik Sigortası'na dönüştürülerek bireysel emeklilik alanında hizmet vermeye başladı. Bu yatırımların ardından yine sessizliğe gömülen Polisler 2008 yılında Ankara Emeklilik`in yüzde 100 hissesi Hollandalı Aegon`a sattı. Bu satışın ardından da polislerin ekonomi sahnesine sessiz ve derinde dönüşünün startı verildi. 2010 başlarında POLSAN, kasasında bulunan 600 milyon TL’yi yatırıma açtı. İnşaat, turizm, güvenlik ve bilişim sektörlerine sessiz ve derinden giriş yapan kurum, son olarak da enerji ve gayrimenkul yatırımları için kolları sıvadı.

Burada dikkat çekici olan bir nokta, iki devlet kurumunun holdingleşme süreçlerinin, iki kurumun da siyasi ağırlıklarının artmasıyla paralel olarak yaşanmasıydı. 1961'de kurulan OYAK, takip eden süreçte 2000'lere gelinene kadar büyük bir şirket haline dönüşmüştü bile. POLSAN'ın şirketleşmesi ise AKP'li yıllara nasip oldu.

Bu teklifin meyvesi, bir sene sonra kendisini gösterdi. Teklifin yapılmasından bir sene sonra, Nisan 2011'de POLSAN'ın 6 akaryakıt istasyonu açarak sektöre giriş yapacağı duyuruldu. Konu, soL tarafından bu duyurunun ertesi günü haberleştirildi. Bu haberde POLSAN'ın aktif büyüklüğünün 850 milyon liraya ulaştığı ifade ediliyordu. Bu sayı, sandığın bir sene içerisinde yüzde 40'tan fazla büyüdüğünü gösteriyor. Elbette bu, AKP döneminde polis teşkilatının üye sayısının da giderek artmasıyla doğrudan bağlantılıydı.

POLSAN'ın hikayesi, AKP döneminin politik serüveniyle paralel gittiğine göre, AKP ve polis deyince, üçgenin üçüncü kenarını unutmak mümkün değil: Gülen cemaati. Ve, şaşırtıcı olmayan fakat çarpıcı biçimde, POLSAN adlı dev holdingin tepesinde de cemaate yakın polisler oturuyor.

POLSAN'ın başında cemaatçiler var!
Bu bilgi, ilk kez soL'da yer almıştı. Nisan 2011'de açılacağı duyurulan 6 akaryakıt istasyonundan altıncısının Yozgat'ta yapılacağı gün, 5 Ekim 2011 günü, "İmamın Ordusu Holdingleşme yolunda" başlıklı haberde POLSAN'ın ticari faaliyetlerine dair yeni ayrıntılar yer alırken, holdingin yönetim kurulundaki isimlere dikkat çekilmişti.

Haberde 2006 yılında dönemin Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından Necati Altıntaş ve Personel Daire Başkanı İbrahim Selvi tarafından hazırlanan "Emniyet'teki F-Tipi Yapılanma" başlıklı rapor ve Ahmet Şık'ın o dönem henüz yayınlanamamış olan İmamın Ordusu kitapları kaynak gösterilerek, POLSAN yönetim kurulunda bulunan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Pek (Başkan), Polis Akademisi Öğretim görevlisi Oğuz Karakuş (Başkanvekili) ve Eğitim Dairesi Başkanı Mustafa Çankal (üye) isimlerinin Gülen cemaatiyle bağlantısı ortaya konuldu.

Sıradan polislerin holdingde söz hakkı yok
Yine aynı haberde dikkat çekilen bir başka nokta, sandığın nasıl polis teşkilatının alt kademelerinde görev yapan polislerin aleyhine oluşturulduğu idi. Sandık, birkaç sene önce sandık payını polislerin maaşının yüzde 5'inden 8'ine yükseltmiş, polislerden bu yüzden tepki görmüştü. Yine sandığın tüzüğüne göre, rütbesiz polislerin sandık yönetimine ne aday olma, ne de aday gösterme hakları yok.

Yardımlaşma sandığı depremde polislere zorla yardım etti.
POLSAN, geçtiğimiz ay da gündeme geldi. Van'ın Muradiye ilçesinde görev yapan bir polis, basına yolladığı mektupta POLSAN'ın deprem sonrası polislere yardım etmediğini belirterek şunları yazdı: "POLSAN isimli Polis Bakım ve Yardım Sandığından bir geçmiş olsun mesajı bile almadık, bırakın yardım almayı. POLSAN Sandığa telefon ile ulaşılmıyor bile."

14 Kasım'da basına yansıyan bu mektuptan iki hafta sonra, 30 Kasım'da POLSAN, polis.web.tr sitesi üzerinden bir açıklama yaparak, "Van ili ve çevresinde yıkım ve zarara neden olan deprem felaketi sonrası, bölgede görev yapan Sandık Ortaklarımızdan depremde zarar görenlere tahsis edilmek üzere, 5.000 TL azami limit dâhilinde, iki ay ödemesiz, takip eden altı ay boyunca eşit ödemeli ve faizsiz bir Doğal Afet Borcu uygulaması getirilmiştir" dedi.

POLSAN silah sektöründe
Van depreminde polisler, maaşlarından yapılan kesintilerle yarattıkları sandıktan yardım alamadıkları için feryat ederken, POLSAN silah sektöründe de yatırımlarını büyütüyordu. POLSAN'ın bu sektördeki faaliyetlerine, 14 Kasım'da Evrensel gazetesinde yer verilen, DİHA'dan Murat Selenoğlu imzalı haberde ayrıntısıyla yer verildi. İktisatçı Mustafa Sönmez'in POLSAN'ın büyümesine dair değerlendirmelerine de yer verilen haberde, şirketin inşaat, kozmetik, banka, sigorta, silah satışı, otoyol yapımı gibi alanları kapsayan ekonomik faaliyetlerinin bir dökümü verildi. Sönmez, bununla bağlantılı olarak bütçede savunmaya ayrılan payın, Emniyet Teşkilatı'na ayrılan payın gerisinde kaldığı gerçeğinin de altını çizmişti.
(soL - Ekonomi)
Eğer gelecekte duyuru iletileri almak istemiyorsanız, bu seçeneği profilinizde bulunan "Duyuru" bölümünü kullanarak kolayca yapabilirsiniz.

Duyurunun tümünü aşağıdaki bağlantıyı kullanarak görüntüleyebilirsiniz:
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=16911.0

Saygılar,
The T O G E Ç Ekibi.

09 December 2011

Şikenin yasası olur da, yasanın şikesi olma mı?

Tam da bugün veto edilen malum şike yasası apar topar ve yeniden meclisten geçecekti ki, savcılık iddianamesi aniden piyasaya çıktı; ne tesadüf değil mi? Neden acaba tam da bugün? AKP iktidarının manevralarındaki zamanlamalara her zaman hayran olmuşumdur. Ama bu sefer Cemaat onları faka bastardı gibi görünüyor. Bir kısmı dahi doğru ise yazılanların, bilmeyenlerin bilenlere soracağı çok sayıda soru ortaya çıkıveriyor bu iddianameden:

Bu yasa düzenlemesindeki alışılmamış telaşın sebebi nedir?
Bu yasa düzenlemesinde mecliste alışılmamış mutabakatın sebebi nedir?
Cumhurbaşkanı neden veto etti? Kendileri futboldan soğumuşmuş; bundan mı? Yahu koskoca Cumhurbaşkanısın sen futbolda dönen üçkağıtlardan bugün mü haberdar oldun da bu lafı bugün söylüyorsun? Mecliste kurulan tezgahlardan ya da yürütmenin aldığı kararlardan haberdar olmadığını da söyleyemeyeceğine göre cumhur’un başı.. yoksa yargı mı çuvalladı diyorsun birader?
Ancak bildiğini ya da hissettiğini bizimle de paylaşırsan, biz de senin ne dediğini anlayabiliriz.
Yoksa olayları Cemaatin telkinleri doğrultusunda yorumladığını düşünmeye devam edeceğiz.

Futbolun üçkağıtçıları,
Yasamanın üçkağıtçıları,
Yürütmenin üçkağıtçıları,
Yargının üçkağıtçıları,
Ve daha kim bilir hangi üçkağıtçıların hangi taşeronları, 401 sayfalık iddianamede adı geçenler ve de geçmeyenler, Cumhurbaşkanı onaylasa da, artık sizi onaylamayan birileri de var haberiniz olsun. Ahmaklar yer de, onlarca yıllardır yediğiniz mamaları, kedi pisliğini örter misali, şimdi hangi halının altına süpürseniz de, illaki göze batıyor.

Ahmakların idolleri sahneye koyar, paranın kuklaları oyunu oynar ve bütün ahmaklar alkışlar.

Allah akılsızlara akıl fikir versin, aklı başında olanlara da sabır, selamet ihsan eylesin.